Halepten Kaçış
Yazar: N. H. Senzai
Yayınevi: Bilge Baykuş Yayınları
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 273
Kapak türü: karton
Kağıt türü: 2. Hamur
Dil: Türkçe
Baskı: 2019
Barkod: 9786058041820
Halepten Kaçış
22 Eylül 2016 tarihinde Esad rejimi, kendisine muhalif güçlerin kontrolündeki Halep’e saldırı başlattı. İran ve Rusya’nın da desteğiyle Suriye birlikleri, Nadya’nın yolculuğu sırasında geçmiş olduğu ünlü kapalı çarşı ve kaleyi içinde barındıran şehrin doğu kısmına doğru ilerlemeye başladı. Aynı yılın sonlarına doğru bölgenin sadece yüzde beşlik bir bölümü direnişçilerin elinde kalmış ve geçici ateşkes ile de insanların şehri terk etmelerine izin verilmişti. Birkaç hafta sonra Suriye ordusu, şehrin tüm kontrolünü ele geçirdiklerini bildirdi. Halep’in düşmesiyle Suriye yönetimi ülkenin üçte biri üzerindeki denetimini tekrar elde etti. Bu arada Esad karşıtı gruplar, DEAŞ ve Kürt güçleri de ülkenin geri kalan bölümünde denetimi sağlamak için savaşmaya devam etmekteydi.
Altı yıl süren savaşın etkilerinden kurtulmaya çalışan Suriye artık bölünüp parçalanmış, şehirleri harabeye dönmüş, insanlarının derin travmalar yaşadığı bir ülkeye dönüştü. Bu yıkım ve çöküşe dair rakamlar her geçen gün daha da artıyor. Çatışmaların başladığı tarihten günümüze dek 450 binden fazla Suriyeli hayatını kaybetmiş, 2 milyona yakın insan yaralanmış ve yine savaş öncesi ülke nüfusunun neredeyse yarısına eşit, yani 12 milyon insan evlerini terk edip başka ülkelerde sığınmacı olarak yaşamaya zorlanmıştır.
2010 kışında ailemle beraber, Tunus’ta yaşanan son gelişmelere dair haberleri korku ve umutla izliyorduk. Güvenlik güçleri tarafından uğradığı kötü muameleyi protesto etmek için kendini yakan Muhammed Buazizi, bu eylemiyle ülkede yeni bir devrimi de ateşlemişti. Çoğu dikta yönetimi altında yaşayıp daha demokratik siyasi bir düzen ve daha iyi bir ekonomik gelecek arzusu taşıyan Ortadoğu’daki milyonlarca insanın yüreğindeki öfkeyi temsil eden bu olay pek de şaşırtıcı bir durum değildi. Özellikle Facebook ve Twitter gibi sosyal iletişim ağları ve teknolojinin de yardımıyla, Buazizi’nin ölümüne dair haberler kontrol edilemeyen bir yangın gibi büyük bir hızla yayılmıştı. Tunus’ta yönetim halkın iradesine geçmiş, devrik başkanı ise ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Komşu ülkelerde yaşayan insanlar bu gelişmelerden cesaret bulmuş, yıllardır bastırılan öfkeli Mısır halkı Kahire’de Tahrir Meydanı’nı hıncahınç doldurmuştu. Aylar sonra onlar da başlarındaki diktatörü devirmeyi başarmıştı. Artık Arap Baharı adını alan bu yangın, tüm bölgeye yayılmıştı. Ortadoğu politikaları üzerine üniversitede ders veren eşimle birlikte bu bölgede yaşadık ve seyahat ettik. Buralarda bulunan dostlarımız aracılığıyla, yaşanan tüm gelişmeler hakkında sıcağı sıcağına bilgilendiriliyorduk.
Sonunda bu yangının alevleri 2012’nin Şubat ayında, ekonomik zorluk ve toplumsal huzursuzluk içinde yaşayan Suriye halkına da ulaşmıştı. İklim değişikliğinden dolayı uzun yıllar yaşanan kuraklığın etkilerinden kurtulmak için binlerce çiftçi ve köylünün şehirlere akın etmesiyle Suriye halkının öfkesi artmıştı. Deraa şehrinde duvarlara sprey boya ile yönetim karşıtı sloganlar yazan bir grup gencin tutuklanıp işkence görmesiyle olayların fitili ateşlenmişti. Tutuklama ve işkenceleri protesto etmek için insanlar sokaklara döküldü. Gerçekleşen protestoları bastırmak için Suriye ordusunun orantısız güç kullanmasına halk isyan etmekteydi. Başlarda yaşananlar umut verici görünse de, yüzlerce muhalif grubun kendi bölgelerini ve ideolojilerini savunmak için yürüttükleri kanlı mücadele yıllarca sürdü. Başlangıçta yapılan protestolar mezhepsel farklılıklardan uzak olsa da zamanla işin içine silahlı mücadelenin girmesiyle ülkedeki mezhep farklılıkları daha keskinleşmeye başladı.
Savaşta sadece masum insanlar acı çekiyor. Üzerindeki kırmızı gömleğiyle Türkiye sahiline ölmüş bedeni vuran küçük Aylan Kurdi’ye ait görüntüleri kim unutabilir? Beni yardım göndermek ya da pek etkili olmayan, yönetimdeki tanıdıklarımla irtibata geçmekten daha fazlasını yapmaya zorlayan şey, işte bu görüntüler, savaştan kaçan masum çocukların içler acısı görüntüleriydi. Gözlerimizin önünde yaşananlara sıradan bir insan gözüyle bakmak istedim. Üzülerek belirtmek isterim ki, Aylan bebek bana, ilk kitabım Kabil’den Kaçış’taki Meryem’i hatırlatmıştı. İlk kitabımı bitirdiğimde, Afganistan’ın başkenti Kabil’den kaçışları sırasında ailesi tarafından istemeyerek geride bırakılan küçük kızın hikâyesinin yarım kaldığını hissettim. Her ne kadar Meryem’in tekrar ailesine kavuşmasıyla kitap mutlu sonla bitmiş olsa da, savaşta kaybolan bir çocuğun başına gelebileceklere dair düşünceler her zaman kafamı meşgul etmekteydi. Nadya’nın öyküsü de, bu düşüncelerin etkisiyle, Suriye halkının yaşamlarına, ülkelerine, tarih, sanat ve kültürlerine bir pencere açabilme umuduyla gelişmiştir.